Vedanın Ardındaki


      Saat, bohem gecelerdeki alaca aylaklığı çeyrek geçtiğinde bir şarkının ezgisinden kopuyorum. Gün, düşlerim gibi siyah; umutlarım gibi mavi gökyüzünde hiç olmadığı kadar yavaş batıyor ve gecenin gürültüsü yükseldiğinde nasıl olur da aynı şey zaman için geçerli olmaz, diye soruyorum. Zaman nasıl bu kadar hızlı ve sessizce akıp gider? Sevdiğim anlar nasıl olur da saniyelere hapsolur? Bir cevap bulamıyorum. Yalnızca yitip giden zamanla birlikte kimlerden koptuğum, neleri ardımda bıraktığım aklıma geliyor. Mesafelere takılıp kalmış anları izliyorum zihnimde. Bir şiir yankılanıyor:

“Şairin de dediği gibi

sonra aramıza şehirler girecek

Hiç itiraf edilmemiş hislerin yalnızlığı

bünyemize işleyecek

Bir bakışa, birkaç saniyeye hapsolacağız

Ve ayrılacağız

Sadece unuttum deyip adına şiirler yazacağım

Unuttum, demenin bile hatırlamak olduğunu bilmeden”

      Mısralar ihtilal ettiğinde bunun bir veda olduğunu anlıyorum. Nedir veda? Birkaç duygusal söz, mesafeli bir sarılma ve hoşça kal demek mi? İyi dileklerde bulunup ayrılmak mı? Eğer böyleyse olması gereken şekilde bir vedadır. Fakat bazı vedalar var ki... Veda olduğunu bile belli eden bir şey yaşamazsınız, anlamazsınız ne olduğunu. Bir bakarsınız yad ellerdesiniz. Ah, bu vedalar ne acı! Çünkü bakışlarında bile en ufak cesaret kırıntısı gösteremeyen kimselerin vedası bu. Ansızın gelen bir vedanın ardından rüyalarda bile kavuşmaya hasret kalanların vedası. Ne birkaç güzel söz ne sarıp sarmalanmak ne de hoşça kal denilen bir veda. Bu acıyı durdurmak istedim fakat tutamadım zamanı. Zamanla birlikte falancayı da. Vedanın ardındaki hasrete yeniliyorum.

     Bugün yıllar sonra bulduğum, ait olduğum o yerden ayrılıyorum. Zoraki ihtimaller uğruna verilen savaşlara son veriyorum. Pes etmiyorum. Yalnızca sonunda bir hiç için savaştığımı anlayıp buna bir son veriyorum. Ruhum bu hiçliğin uğruna çokça incindi, yaralandı. Şimdi kanatmadan, kabuk bağlamasına bile müsaade etmeden, hızlıca ve iz bırakmadan iyileştirmeli. Zira iz kalırsa hatırlanır. Bana uyumadan önce saatlerce düşünüp zihnimde tasarladığım o müthiş anları hatırlatır. Hep bir hayal olarak kalacaklarını, hatta hayal kırıklığı olarak… Bazen elinizden gelenin fazlasını bile yapsanız olmuyor. Elimi neye atsam elimde kalıyor. Bazen tek dayanak kaynağımı da kaybediyorum. Ve işte bir veda daha. Çokça veda fakat çokça da hayal kırıklığı ve kursakta kalmış yığın dolu hevesle kavuştuğunuz anlar… Bu kavuşmanın her anından nefret ettim. Nasip kısmet işleri deyip içimi rahatlatmaya çalıştım. Ama tüm ruhumla bu ızdırabı hissettim. Keşkeler ve neyseler dolu bir hayata merhaba dedim. Vedanın ardındaki hezeyana merhaba dedim.

      Şimdilerde buruk bir teselliyle hayat bulmaya çalışıyorum: Bazen de vedalar gereklidir, diyorum. Çünkü bazen kalmak, gitmekten daha ağırdır. Vazgeçmek gerekir. Vazgeçmek özgürlüktür. Pervasızca vazgeçiyorum. Belki de vazgeçtiğimi sanıyorum. Vedanın ardındaki sanrıların küsüratını sayamıyorum. Yalnızlığın haritasını aldım, vedalarımın puslu ayazında ilerliyorum. Kayboluyorum. Ve artık vedalarım sukût içinde oluyor. Bastırılmış heyecanların sessizce ayrılışı gerçekleşiyor. Öyle haykırmaya, ağlamaya ve öfkelenmeye lüzum yok. Bu yerinde bir kabulleniş. Her şeye rağmen, hayatımdaki tüm noksanlıklara rağmen devam etmek gerektiğini de kabul ediyorum. Henüz okunmamış sayfalar mevcut hikayemizde. Ne mesafeler ne hayal kırıklıkları... Hiçbiri benim için gerçek bir son olmayacak. Veda etmek zorunda kaldığınız her şey hatırladığınız sürece hep sizinle olacak. Vedalarımızla bir vuslat vaktinde tekrar karşılaşana dek hoşça kalın.

           


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sırça Köşk

Ben Çocukken-2

Nefs-i Katl