Kayboluştaki Ben

 


Toplumun bireyden beklentileri, kültürel normlar ve aile yapısı gibi dışsal etkenler, bireyin kendilik algısını doğrudan etkiler. Bu bağlamda, Dergipark’ta yayımlanan “Günümüzün Kimlik Sorunu ve Bu Sorunun Yaşandığı Temel Alanlar” adlı makalede, modern toplumun bireyi sabit bir kimlik içinde tutmak yerine, sürekli değişen rollere zorladığı vurgulanır (Şimşek, 2002). Bu durum bireyin kimlik bütünlüğünü zedeler ve “çoklu kimlik” sendromuna yol açar. İnsan, aynı zaman diliminde hem bir evlat hem bir eş hem de bir işçi olarak farklı rollerin yükünü omuzlarında taşır. Tüm bu roller arasında öz benliği yitip gider. 

Erik Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre kimlik oluşumu, özellikle ergenlik döneminde belirginleşir. Bu karmaşa içinde bireyin özünü koruyabilmesi neredeyse imkânsız hale gelir. Modern yaşamın hızı, toplumsal beklentilerin ağırlığı ve kişisel sorumlulukların çeşitliliği bireyin kendisiyle baş başa kalmasına izin vermez. Erikson’a göre birey, bu dönemde “rol karmaşası” yaşar ve “kimlik kazanımı” ya da “kimlik bunalımı” arasında bir yol ayrımına gelir. Eğer birey, kendi değerlerini, hedeflerini ve sosyal rollerini sağlıklı bir biçimde içselleştiremezse, kimlik bunalımı kaçınılmaz olur (Aydın & Aycan, 2013).

Fikrimce günlük hayatımızdaki rollerin fazlalığı ve dengeyi kuramama sonucunda oluşan bu bunalım insanın yaşamının tamamına yayılır. Tüm bu rollerin arasında kaybolmaktan insan kendi iç dünyasına dönüp de kim olduğunu bulmaya ve anlamaya güç bulamaz. Zaten çoğu zaman da içinde bulunduğu sosyal çevrenin ve modern dünyanın oluşturduğu uyduruk bir kimliği sahiplenmek zorunda kalır. Yani birey, bir noktadan sonra kim olduğunu değil, kim olması gerektiği sınırlarla çizilmiş bir benliği yaşamaya başlar. Bu durum, bireyin öz benliğine yabancılaşmasına ve içsel bir boşlukla karşı karşıya kalmasına neden olur. Bu noktada düşüncelerimi en iyi destekleyen örnekse bizzat kendimdir. Hayatım boyunca her gün bir öncekinden biraz daha fazla kendi özümden uzaklaşıp uydurulmuş kimliklerle yaşadım. Şimdiyse ömrümün son zamanlarında olduğumu hissediyorum ve ardıma dönüp baktığımda hala kim olduğumu bilmediğimin farkındayım. “Ben kimim?” sorusu hala zihnimde cereyan ederken bu sorunun cevabını ergenlikten itibaren aradığımı unutmamak gerek. 

Her zaman ıskartaya alınmış birkaç siyah beyaz anımı, keyfekeder kefaretimle birlikte bir kenara yazardım. Yazdıklarım yırtıklarla dolu sayfalarını ciltlediğim yamalı defterimden taşardı. Çiçekler sıkıştırırdım sayfaların arasına. Belki o güzel kokuları mevcut kasvetli havayı dağıtır, belki renkleri sis grisini açar diye. Bunda bile başarısız oldum. Çiçekler ezilmiş, kurumuş; kokuları rutubetle buluşmuş hale gelmişti. Ezkaza bir sayfaya denk geldim. Şöyle yazıyordu: “Yaş otuz beş, yolun yarısı eder, ben on yedide takılı kaldım.” On yedim kadar savrulmuş haldeyim. On yedide olduğu gibi laçkayım. Ne olduğumu ve ne olacağımı hala bilmiyorum. Pekâlâ adımı biliyorum fakat adımın niçin falanca olduğunu bilmiyorum. Yalnız şunu anlamış olduğumu belirtmeliyim: Belki de kimlik bir sonuca değil, bir sürece işaret eder. Belki kim olduğumuzu tam anlamıyla hiç bilemeyiz. Sürekli değişen koşullar, ilişkiler, roller, düşünceler... Hepsi bizi sürekli olarak yeniden şekillendirir. Bu değişkenlik içinde kendimize dair sabit bir tanım bulmak pek mümkün olmaz. Bu bilinmezlik, rol karmaşası sonucu gelen bunalım bana göre aidiyet duygusuyla dengelenebilir. 

Aidiyet, bireylerin kendilerini bulundukları yerin bir parçasıymış gibi hissetmeleridir (Yarbağ, 2019). Aidiyet bir yerle bağ kurmayı ve bireylerin oraya bağlanmalarını içermektedir (Güneş, 2015). İlişkilendirme kavramıyla da yakından ilgili olan aidiyet kavramı; bireylerin yaşadıkları toplumla, kendileriyle veya çevreleriyle olan ilişkileri ve etkileşimleri neticesinde oradan ayrılamaması, kendisiyle orayı bütünleştirmesi anlamlarına da gelmektedir (Alptekin, 2012). Dolayısıyla yapılan tanımlamalara da dayanarak denilebilir ki aidiyet; bireylerin bir başka birey, bir görüşle, bir toplumla veya bir takımla da ilişkilendirilebilen ve bireylerde ait olduğu yer hissini uyandıran bir kavramdır (Yıldız, 2022). 

Fakat aidiyetten ziyadesiyle uzak bir yaşam oldu benimkisi. Hiçbir yere ait olamadım ben. Öylesine biçimsiz. Hiçbir yere ait olmak istemedim ben. Öylesine başına buyruk. Bu dışlanmışlık bir süre sonra içselleştirdiğim bir hal aldı. Ait olamamaktan çok, ait olmayı reddetmeye dönüştü. Çünkü ait olmak, yine başkalarınca belirlenmiş kalıplara uymak anlamına geliyordu bana göre. Oysa ben, kendi özümü arıyordum. 

Nihayetinde insanın kendini tam anlamıyla tanımaya ve bir kimlik sahibi olmaya ömrünün yetmeyeceğine karar verdim. Bir yerlerde bir giz her zaman varlığını sürdürür. Olması gereken de budur zaten. Mağaranın en dibinde kendini keşfetmeye ve bulmaya adanmış fakat ışıktan yoksun, kör bir yaşam belki de hepimizin içinde saklıdır. Önemli olan ışığa ulaşmak adına bir yerden başlamamızdır. Ve bulmak için önce kaybolmak gerekir. Kayboldukça kendimi bulacağım ve “Ben kimim?” sorusu cevapsız kaldıkça arayışım devam edecek. Kim olduğum, kimliğimle ilişkili hakikati bulma yolculuğumdaki bendir.










REFERANSLAR

Şimşek, Sefa. "Günümüzün Kimlik Sorunu ve Bu Sorunun Yaşandığı Temel Çatışma Eksenleri." Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, vol. 3, no. 3, 2002, pp. 29–39. Dergipark.

Aydın, B. & Aycan, Z. (2013). Türk Gençlerinde Kimlik Gelişimi ve Kimlik Sorunları. Adnan Menderes Üniversitesi Akademik Yayınları.

Şahin Yarbağ, P. (2019). Kadın çalışanların işgören sesliliği, psikolojik sermaye ve aidiyet algısı üzerine bir araştırma: Antalya ve Muğla illeri örneği. KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi, 5(2), 359–385. 

Güneş, S. (2015). Toplumsal aidiyet ve kimlik bağlamında gençlik. Akademik Bakış Dergisi, 49, 22–37.

Alptekin, A. (2012). Aidiyet ve aidiyetsizlik kavramlarının mekâna özgü sanatta kullanımı. Sanat ve Tasarım Dergisi, 9, 45–58.

Yıldız, M. (2022). Aidiyet diyalektiği: Kavramsal, felsefi ve politik bir analiz. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 34, 1–15.














Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sırça Köşk

Ben Çocukken-2

Nefs-i Katl