Kayıtlar

Kayboluştaki Ben

  Toplumun bireyden beklentileri, kültürel normlar ve aile yapısı gibi dışsal etkenler, bireyin kendilik algısını doğrudan etkiler. Bu bağlamda, Dergipark’ta yayımlanan “Günümüzün Kimlik Sorunu ve Bu Sorunun Yaşandığı Temel Alanlar” adlı makalede, modern toplumun bireyi sabit bir kimlik içinde tutmak yerine, sürekli değişen rollere zorladığı vurgulanır (Şimşek, 2002). Bu durum bireyin kimlik bütünlüğünü zedeler ve “çoklu kimlik” sendromuna yol açar. İnsan, aynı zaman diliminde hem bir evlat hem bir eş hem de bir işçi olarak farklı rollerin yükünü omuzlarında taşır. Tüm bu roller arasında öz benliği yitip gider.  Erik Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre kimlik oluşumu, özellikle ergenlik döneminde belirginleşir. Bu karmaşa içinde bireyin özünü koruyabilmesi neredeyse imkânsız hale gelir. Modern yaşamın hızı, toplumsal beklentilerin ağırlığı ve kişisel sorumlulukların çeşitliliği bireyin kendisiyle baş başa kalmasına izin vermez. Erikson’a göre birey, bu dönemde “rol ka...

ZİHNİN PRANGALARI

Esir düşmüş bir Celali’nin notlarından: “Ne zamandır yazamıyordum. Mavi mürekkebim bittiğinden, ahval faciamı ifade edecek bir literatür olmadığından ve kelimeler kifayetsiz kaldığından… Her şeye rağmen kurumuş mavi mürekkebimi umudumla ıslatıp yazma kararı alıyorum. Zira ısırgan otlarına sarılı ruhum yalnız böyle huzur bulabilir.   Bugün ilkbahardan bir gün, günlerden mürdüm. Yeraltında bir halvetteyim. Karanlık, devasa bir oda. Zemini betondan, duvarları kalınca. Burası dağınık ve soğuk. Duvarın en tepesinde oldukça dar bir pencere bulunuyor. Yetişemiyorum. Sisli odanın içine zuhur eden çelimsiz, loş bir ışık süzülüyor içeri. El salladığım kuşları anımsatıyor bana. Kanat çırpışlarını ve süzülüşlerini nasıl ilgiyle takip ettiğimi, kanatlarının delip geçtiği bulutları ne çok sevdiğimi anımsatıyor. Havanın nasıl koktuğu hala dimağımda. Bu koku öylesine keskin ve kalıcı ki beni boğan bu odadan sıyırıp tekrar canlı kılıyor. Fakat artık gökyüzünün rengini anımsayamıyorum. Şimdiler...

Zelil Cambaz

Üzerinde dans ettiğin iplerin  dolanıp da boynuna Kukla ettiğinde seni  İlan edilecek: Adı, Zelil Cambaz  Suyun hafızası rivayetlerini dillendirecek: Gemileri yeis deryalarında batmış Turkuaza gömüldüğünde  basireti bağlanmış  Akbabalar tepesinde beklerken Ferfecir beşiğinde Veryansın ninnileriyle uyuduğu bir derin uykusundan uyanmış

Nefs-i Katl

Çatlaklarla dolu duvarlarını boyadığım Sükunet Opesası'nda,  arialar yükseliyor: Rüzgarlara bağışladığım kin yağmurlarım,  Mütemadiyen sığındığım kederlerim,  Haykırışlarımın sessiz çığlığı...  Ahval facianın faili gözlerim.  Çünkü en çok gözler yalan söyler.  Yırtıklarla dolu sayfalarını ciltlediğim yamalı kitaplarımdan  bir mısra okunuyor: Yaş otuz beş, yolun yarısı eder,  Ben on yedide takılı kaldım.  Şimdi cenk sırası kendimle.  Nefsi katletmek icap ediyor.  Renklerini kaybetmiş bir ravza yalnız böyle can bulabilir.

PİYANİST ÇALMAYA BAŞLADIĞINDA

      Siyah, beyaz, siyah, beyaz, beyaz… Yaşlı piyanist, her gece olduğu gibi pek sevdiği piyanosunun başına geçmiş yeni bestesini çalışmaktaydı. Çalarken aklından binbir türlü şey geçerdi. Sanki notalar ve çıkan melodi onun düşüncelerinin sesiydi. Böyle anlarda daha fazla dayanamaz hava almaya çıkardı. İlkin penceresinden gökyüzünü seyre daldı. Kara tuvalin üstüne resmedilmiş dolunay, beyaz oldukça parlaktı bu gece. Yalnız bu denli saf bir güzelliğin bile parlaklığını örten koyu lekeler vardı üzerinde. Tıpkı insanlar gibi. İçlerinden en güzelinde bile bir kusur, bir kötülük çıkabiliyordu. Gözlerini kapayıp derin bir nefes alarak belli belirsiz gülümsedi. Hava bitmesini hiç istemediği bir an gibi kokuyordu. Fakat iyi biliyordu ki zaman çabuk geçerdi. İnsanlar da bu zamanın içinde yitip giderlerdi. Kaç kişi anı yaşıyordu? Kaç kişi dünü ve yarını düşünmeden o anda var olabiliyordu? Hiç.       Gözlerini tekrar açtığında penceresini kapayıp paltosunu üstüne geç...

Halvet

Yeraltında bir halvet  Karanlık ve soğuk.  Kandilinde yitip giden mumun  çevrelenmiş titrek inancı,  yekpare isyanıyla tükeniyor.  Ruhum bedenimden taşıyor  Kısık ses, kesik radyoda Gazap lisanından sözcükler yetmiyor Yeraltında bir halvet  Dağınık ve sıkıcı.  Arta kalan kader telvesi,  Ruhumu bedenimde boğuyor  Ayrılıkların müdavimi kor yadigara Turnalarla haber gönderiyorum: Mecburi tahammüller tereği  bu gece  yıkılıyor. 

YAŞAM PATİKASINDA SONSUZ BİR YOLCULUK

               Yaşam patikasında en öndeyim. Bazen hüzünlü, kimi zaman kaygılı fakat daima pervasız. Patikamın yolları çiçekten değil, çakıl taşlarından; patikam zemheri ayazında sonsuz bir ömür. Sonu nereye çıkar bilmeden, emin adımlarla fakat pekâlâ düşe kalka ilerlemeye başlıyorum. Dizlerim kanıyor, dirseklerim aşınıyor ama ben her seferinde pes etmeyip ilerliyorum. Yaralarım beni daha da güçlendiriyor, izleri hatıraları yansıtıyor. Yalnız bir şeye anlam veremiyorum: Her yolculuğun bir varış noktası olması gerekir, yolun sonu nereye çıkıyor? Yol boyu bunu düşünüyorum. Ne kadar ilerlediğimi, sona ne kadar yaklaştığımı… Mevsimler değişiyor, büyüyorum ama yol hâlâ aynı. Zamanla kendimi kaptırıyorum, düşünmeden ilerliyorum. Bu uzunca ve sonu olmayan bir yolculukmuş meğer, geç fark ediyorum. Yolculuğum boyunca evhama tutulmuş kavgalarım, müttefiki olduğu hayatın ve emekçisi olduğu zamanın esirliğini yapıyor. Hayattan ve ...