Kayıtlar

Mart, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

PİYANİST ÇALMAYA BAŞLADIĞINDA

      Siyah, beyaz, siyah, beyaz, beyaz… Yaşlı piyanist, her gece olduğu gibi pek sevdiği piyanosunun başına geçmiş yeni bestesini çalışmaktaydı. Çalarken aklından binbir türlü şey geçerdi. Sanki notalar ve çıkan melodi onun düşüncelerinin sesiydi. Böyle anlarda daha fazla dayanamaz hava almaya çıkardı. İlkin penceresinden gökyüzünü seyre daldı. Kara tuvalin üstüne resmedilmiş dolunay, beyaz oldukça parlaktı bu gece. Yalnız bu denli saf bir güzelliğin bile parlaklığını örten koyu lekeler vardı üzerinde. Tıpkı insanlar gibi. İçlerinden en güzelinde bile bir kusur, bir kötülük çıkabiliyordu. Gözlerini kapayıp derin bir nefes alarak belli belirsiz gülümsedi. Hava bitmesini hiç istemediği bir an gibi kokuyordu. Fakat iyi biliyordu ki zaman çabuk geçerdi. İnsanlar da bu zamanın içinde yitip giderlerdi. Kaç kişi anı yaşıyordu? Kaç kişi dünü ve yarını düşünmeden o anda var olabiliyordu? Hiç.       Gözlerini tekrar açtığında penceresini kapayıp paltosunu üstüne geç...

Halvet

Yeraltında bir halvet  Karanlık ve soğuk.  Kandilinde yitip giden mumun  çevrelenmiş titrek inancı,  yekpare isyanıyla tükeniyor.  Ruhum bedenimden taşıyor  Kısık ses, kesik radyoda Gazap lisanından sözcükler yetmiyor Yeraltında bir halvet  Dağınık ve sıkıcı.  Arta kalan kader telvesi,  Ruhumu bedenimde boğuyor  Ayrılıkların müdavimi kor yadigara Turnalarla haber gönderiyorum: Mecburi tahammüller tereği  bu gece  yıkılıyor. 

YAŞAM PATİKASINDA SONSUZ BİR YOLCULUK

               Yaşam patikasında en öndeyim. Bazen hüzünlü, kimi zaman kaygılı fakat daima pervasız. Patikamın yolları çiçekten değil, çakıl taşlarından; patikam zemheri ayazında sonsuz bir ömür. Sonu nereye çıkar bilmeden, emin adımlarla fakat pekâlâ düşe kalka ilerlemeye başlıyorum. Dizlerim kanıyor, dirseklerim aşınıyor ama ben her seferinde pes etmeyip ilerliyorum. Yaralarım beni daha da güçlendiriyor, izleri hatıraları yansıtıyor. Yalnız bir şeye anlam veremiyorum: Her yolculuğun bir varış noktası olması gerekir, yolun sonu nereye çıkıyor? Yol boyu bunu düşünüyorum. Ne kadar ilerlediğimi, sona ne kadar yaklaştığımı… Mevsimler değişiyor, büyüyorum ama yol hâlâ aynı. Zamanla kendimi kaptırıyorum, düşünmeden ilerliyorum. Bu uzunca ve sonu olmayan bir yolculukmuş meğer, geç fark ediyorum. Yolculuğum boyunca evhama tutulmuş kavgalarım, müttefiki olduğu hayatın ve emekçisi olduğu zamanın esirliğini yapıyor. Hayattan ve ...

Vedanın Ardındaki

      Saat, bohem gecelerdeki alaca aylaklığı çeyrek geçtiğinde bir şarkının ezgisinden kopuyorum. Gün, düşlerim gibi siyah; umutlarım gibi mavi gökyüzünde hiç olmadığı kadar yavaş batıyor ve gecenin gürültüsü yükseldiğinde nasıl olur da aynı şey zaman için geçerli olmaz, diye soruyorum. Zaman nasıl bu kadar hızlı ve sessizce akıp gider? Sevdiğim anlar nasıl olur da saniyelere hapsolur? Bir cevap bulamıyorum. Yalnızca yitip giden zamanla birlikte kimlerden koptuğum, neleri ardımda bıraktığım aklıma geliyor. Mesafelere takılıp kalmış anları izliyorum zihnimde. Bir şiir yankılanıyor: “Şairin de dediği gibi sonra aramıza şehirler girecek Hiç itiraf edilmemiş hislerin yalnızlığı bünyemize işleyecek Bir bakışa, birkaç saniyeye hapsolacağız Ve ayrılacağız Sadece unuttum deyip adına şiirler yazacağım Unuttum, demenin bile hatırlamak olduğunu bilmeden”       Mısralar ihtilal ettiğinde bunun bir veda olduğunu anlıyorum. Nedir veda? Birkaç duy...

Ben Çocukken-2

  Ben çocukken el sallardım uçaklara. Arkasında bıraktığı izi takip ederdim. Bulutları çok severdim. Gökyüzü ne kadar da maviydi. Hava ne de güzel kokardı. Ben çocukken çiçekler pek güzel, taptazeydi. Aynı ruhum gibi. Rengarenk ve çeşit çeşit. En çok sarı çiçekleri severdim. Toplar öğretmenime hediye ederdim. Küçük, mavi olanlara dokunmaya kıyamazdım. Öyle çelimsiz, öyle körpeydi ki onlar... Korkardım incitmekten. Ben çocukken dedemin mezarına gider papatyalar bırakırdım toprağına. Sular, yabancı otlardan arındırır, dualar ederdim. Dedemi ne çok severdim. Beni duyarmış gibi konuşurdum onunla. Mezar taşını okşardım, vefatının hayatının kaçıncı yılında gerçekleştiğini hesaplardım. Çok küçüktüm ama iyiydi matematiğim. Fakat pek anlayamazdım çıkan sonucun ne ifade ettiğini. Ölümün ne demek olduğunu ve yılların ne kadarının ne anlattığını. Yaşamak yıllarla ölçülebilir miydi? Var olmak, yaşamak demek değildi. Ağlardım hemen. Eve döndüğümde dedemin kaldığı odaya giderdim. Karanlık, buz gi...

Ben Çocukken-1

Tam vaktini hatırlamamakla birlikte çocukken bir kış günü, 2 oda bir avlusu olan mütevazi evimizin az evvel sönmüş sobanın hala koruduğu sıcaklığıyla ısınmış olan küçük odasında en sevdiğim çizgi diziyi izliyorum. Şimdilerde ismini dahi hatırlamadığım yalnızca silik birkaç görüntüsünün aklımda olduğu o çizgi dizi... Çizgi diziyi yarıda bırakıp bir koşu giyinip dışarı fırlıyorum. Dışarı çıkınca tipinin durduğunu, yumuşacık kar tanesi kümelerinin birleşip boyum kadar karla kaplanmış olduğunu fark ediyorum. Hava müthiş kokuyor. Aynı zamanda bulutsuz, açık, güneş gülümsüyor. Kendimi karların içine atıyorum. Dost gibi kucaklıyorlar beni, ne çok severdim ben o kar tanelerini. Kar hemen tenime değiyor, yediği ayazdan morarıp kızaran yanaklarım üşüyor ama pek mutluyum. Ayaklanıp yuvarlamaya başlıyorum kar tanelerini. Kocaman bir top haline geliyorlar, yetmez, bitireceğim tüm hepsini. İlk top oldu bile. Sıra ikincisinde. Ve ben ikincisini yapadurayım, büyümüşüm. Şimdi ortada ne evim ne kar tane...